Kız, ışık küresine doğru ellerini kaldırdı. Bilmediği şeyler onu cezbediyordu. Elleri yanıyor, canı acıyor ama kendine engel olamıyordu. Ömrü bu loşluklar ülkesinde bir pervane misali ışığın peşinde koşarak geçmişti.
Yukarıda cennet vardı biliyordu. Ama orada bulunması gereken mutluluk yerine, insanları boğan görünmez bir sel gibi tatminsizlik yer alıyordu. Ellerindeki şeyin daha çoğunu istiyorlardı, daha çoğunu , daha çoğunu.
Aşağıdaki dünya ise korkunç ve acımasızdı. Işıksız, vahşi bir çöldü yüzü. Korku salması gerekirken, kirli suretinin ardında parlayan şeyler merakını çekiyor, etkiliyor, hayrete düşürüyordu kızı. ''Mucize'' cennetten bağımsız, karanlıkta parlayan ateşböcekleriydi. Sanki umut, yerçekiminin en sevdiği şeydi.
Bir metinde Sümerlerin cehennem tasvirini okumuştu. Gerçek dünyanın loş, tozlu, durağan bir sıradanlık içindeki kopyası. Ne acılar, ne zevkler alemi, gerçek hiçliğe dair bir öte dünya. Bulunduğu dünyada hissizlik nereye aitti? Başı dönüyordu.
Eski bir zamanda, yarı karanlık bir odada kuytudan dinlediği bir konuşma aklına düştü. Yararsız şeylerin istiflendiği rafların arasında yaşlı adam, uzun kara saçları yüzüne dökülen bir adamı teskin ederken ''nefret ediyorsan onu aşamadın demektir'' demişti. Kolunu omzuna koyup ''Dünyanın kalabalığı içinde eridiğinde, sıradanlaştığında, herhangi biri olduğunda, anlamı bir hiçlik olduğunda aşarsın onu.'' Adam cevap vermeden yere bakıyordu hala. Duyduğundan bile şüphe etmişti kız. Ama sözü değerli kılan onun tepkisi değildi. Sözün içindeki özü tanıdı. Eşleştirdi. ''cennet'' diye düşündü kız ''varoluşundan coşku duymuyorsa bir dekor değil midir?''
Kız ışık küresine doğru kaldırdığı ellerine baktı. Kısa kesilmiş tırnaklarıyla ince, beyaz çalışkan eller ve üzerinde eski yara izleri. Gülümsedi. Ruhunda bir açlık, dizlerinde ağrı, gözlerinde yaş vardı.
Şimdi ve şu anda. Mutluydu.
------------------------------------
- Oyunparkı, Çapa blogda Pazartesi ve Perşembeleri yayında
- DİP, Dost, İnkilap ve Remzi Kitapevlerinde